I. Zelzele
Malmüdürü Cevdet Efendi birdenbire ayağa kalkarak: — Zelzele oluyor arkadaşlar, dedi.
Yeni bir çiftetelliye başlamış olan keman, ud, darbuka durdu; yalnız yerde, çalgıcıların ayakları dibinde iki büklüm oturan Arap Ziver hiç bir şeyin farkında olmadı, yanmdakilerden biri kollarını tutuncıya kadar iki yana sallanarak zilli maşasını vurmıya devam etti.
Eğlentinin en kızıştığı zamandı. Sırmalı cepkeninden sonra tül bluzunu da çıkarmaya razı olan Bulgar kızı ayakta, çıplak omuzlarından biri ev sahibi Ömer Beyin göğsüne dayalı, dudaklarının kırmızısını bozmamak için onun elinden bir bağa hoşaf kaşığı ile konyak içiyor, parmaklarında düzelttiği zilleri hafif hafif titreterek tekrar oynamaya hazırlanıyordu.
Cemaatın bir kısmı isyan etti: Ne zelzelesi? Müdür bey rüya mı görüyordu. Zelzeleyi yerin altındaki koca öküz değil. Arap Ziverin zilli maşası yapıyordu.
Asıl fenası, panik yandaki karanlık oda kapılarının budak deliklerinden sofayı seyreden kadınlara da sirayet etmişti. O zamana kadar Ömer Beyin korkusundan çıt çıkmadığı halde şimdi, orada da hafif çığlıklar, itişip kakışmalar oluyor, bir hiç yüzünden hakikaten bir zelzele gürültüsü kopacağa benziyordu.
Malmüdürü saçkırandan başında ve yüzünde tek tüy kalmamış uzun ve kuru bir adamdı. İri camlı siyah gözlükleri ile çökük avurtlarının karanlığı arasında parlıyan sarı elmacık kemikleri, renksiz bir çizgiden ibaret dudaklarına sığmıyan dişleri ve hafifçe iğrilmiş omuzlarından öne doğru sarkan uzun kolları ile bir iskeleti hatırlatırdı. Üstelik kasaba fakir ve kendisi formaliteye çok bağlı bir memur olduğu için para istiyen-leri daima fena bir çehre ile karşılaması görünüşündeki uğursuzluğu büsbütün artırmıştı.
Onun bir türlü yerine oturmiya razı olmıyarak tavanları dinlemiye devam etmesine karşı, bazıları kaymakam Halil Hilmi efendiden yardım istediler.
Kaymakam zelzeleyi inkâr edenlerle beraber değildi. Mal-müdürünü ürküten sarsıntının başkalığını o da, sırtında soğuk bir ürperme ile, hissetmişti. Yalnız biraz evvelki çiftetellide Bulgar kızı dizlerinin üstünde arkaya kaykıldığı, çıplak göğsünü titreterek başını dizlerine dayadığı zaman da bu sarsıntı nin bir aynını duyduğunu hatırlıyor, bir türlü işin içinden çı-kamıyordu. Evet, bu sarsıntı malmüdürünün haber verdiği zelzele miydi, yoksa ötekinin devamı mı?
Kaymakam meseleler üzerinde uzun, derin konuşmaktan zevk alan bir adamdı. Yalnız sonunda bunların bjr hükme bağlanmasını istemeseler! O uzaktan insana bir hiç gibi görünen ve çok kere bir tek kelime ile kirtipil bir «evet» veya «hayır» a kadar inen hüküm ne demir leblebiydi yarabbi! Fakat dünyanın aksiliğine bakın ki, büyük, küçük herkes her gün ondan sade bunu istiyordu. Yirmi beş yıla yaklaşan idarecilik hayatında onu perişan eden bu idi. Ne yazık ki, bu gecesinde de; baş köşedeki koltuğunda her zamanki gibi akıllı uslu oturuyor görünmekle beraber içinden çılgıncasına eğlendiği bu tek sefahet gecesinde de onu rahat bırakmıyorlar, kendisini resmî vazifesi ile hiçbir alâkası olmayan bu zelzele bu meselede de karar vermeye, otoritesini kullanmaya davet ediyorlardı.
Halil Hilmi efendi böyle sıkı zamanlarda daima yaptığı gibi mendilile burnunu, dudaklarını silerek vakit kazanmaya, her tarafa bakıyor görünmekle beraber kimse ile göz göze gelmemeye çalışıyordu. Çalgı tekrar başlamak üzere idi. Fakat zelzele bu sefer artık hiç bir şüpheye meydan bırakmıyacak bir şiddetle evi btr kere daha zorladı.
Zelzeleye karşı cesaret yoktur; o son dayanılacak yerin ayaklar altından kaçmasıdır.
Konak bir anda fırtınada sığır yüklü bir gemi haline geldi. Yeni iş'ara kadar sıra, saygı, âr, haya, gurur, ihtiyara hürmet, çocuk ve kadına merhamet vesaire vesaire mülga idi. Ürkmüş sığır sürüsü korkunç böğürtülerle birbirini devirip çiğniyerek ambarda tek selâmet deliği gibi görünen merdiven ağzına saldırıyordu.
Halil Hilmi Efendi kalabalığın ortasında idi. Dalgalı bir denizde çabalar gibi kol ve bacak hareketlerile bir zaman ileri geri bocaladı. Sonra ayağı bir şeye takıldı. Bu, büyük bir hamur tahtası üstüne kurulmuş bir yer sofrası idi. Kaymakam yana dümen kırmıya savaştı; yapamaymca var kuvvetile arkaya kaykıldı. Fakat bir an arkasında yığılıyor gibi olan kalabalığın korkunç bir tosla kendisini tekrar ileri attığını görünce sofrayı atlıyarak geçmekten başka çare göremedi. Yalnız bunun için ayaklarını yere vurarak hız almak lâzımdı. Bunu yapamaymca havaya kalkan ayakları sofranın karşr kenarına indi. Hamur tahtası bir anda boşanmış bir zemberek yayı haline gelerek üstündeki kap kaçağı korkunç bir şangırtı ile havaya savururken kendisi de bir atlama tahtasına basmış gibi, hemen hemen balıklama vaziyetinde ileri fırladı; sol kolu önündeki-lerden birinin omuzuna sarıldı; sağ eli merdiven başındaki trabzan babasını yakaladı ve kopardı. Ondan ötesi karanlık; haykırışına sesleri, uğultu., ve bunların üstünde Bulgar kızının uzakta bülbül gibi şakırdıyan zilleri...
II. Kaymakam ve jandarması
Kaymakam gözlerini açtığı zaman kendini hükümet konağının arka bahçesinde portatif bir asker karyolasında yatıyor gördü. Ova sis içinde idi. Havada yıldızlar görünmekle beraber karşı tepelerin üstünde bulanık bir sabah aydınlığı titriyordu,
Halil Hilmi Efendi sakalının kırağıdan ıslanmış olduğunu hissederek elini battaniyesinin altından çıkarmak istedi. Fakat kolunun