öğrenilecek ehemmiyetli şeyleri vardı. Resmî merkezden geliyordu. Zelzele havadisinin orada nasıl karşılandığını öğrenmek merak edilecek bir şeydi. Sonra bu adam tekrar merkeze dönecekti. Orada Sarıpınar ve kaymakamı hakkında söyliyeceği şeylerin ehemmiyeti olmak lâzımgelirdi. Hele ki, mutasarrıf ile az çok ahbaplığı bulunduğu da sözlerinden anlaşılıyordu.
Halil Hilmi Efendi bu adamı savdıktan biraz sonra muallim Ahmet Masum münafıkı damladı. Gözlerine utangaçlık ve mazlumluktan titriyor gibi bir hal veren uzun kirpikler, sıcaktan gevşeyip akmıya hazırlanmış gibi görünen balmumun-
dan bir masum İsa çehresi. Minimini boyu ile reverans yapıyor, parmaklarını çıtırdatarak utana utana yalvarıyor:
— Bir dakikanızı rica edeceğim kaymakam bey. Sizi rahatsız edeceğime pek üzülüyorum.
Halil Hilmi Efendi bu oğlanın kendisini mutlaka, mutlaka bir yerinden sokup bağırtmadan def olmıyacağmı tecrübe ile biliyor, acı acı:
— Söyleyin, başa gelen çekilir, diyor.
Zaten bakımsız ve viran olan Meşrutiyet mektebi zelzeleden büsbütün tehlikeli bir vaziyete girmiştir. Ötede, beride bazı yeni çatlaklar belirmiştir. Hülâsa vatan çocuklarının hayatı. tehlikededir.
Mühendis Kâzım Beyefendi de gelip görmüştü.
Peki ama mektep viransa kaymakam ne yapsın! Kaymakamın elinden ne gelebileceği hükümet konağının yukarı katının halinden de mi anlaşılamıyor?
Malûm, malûm; Ahmet Masum muhterem kaymakam beyefendiye yerden göğe kadar hak vermektedir. Fakat belki mutasarrıflığın gönderdiği paradan mektebe de bir pay ayrılabilir ki, pek yerinde bir yardım olur. Zaten belediyede çalışan komisyonun bir takım tesirlerden dolayı parayı yerine sarfedece- ği şüphelidir. Hastadırlar; yorgundurlar; vakitleri yoktur ama ah keşke kaymakam beyefendi memleketin büyüğü sıfatile komisyonun çalışmalarını da pek gözden uzak tutmasalar! Kaymakam şaşalıyor. Hokkabazın yumurtasında olduğu gifci bu sözlerde de meseleler iç içedir.
Evvelâ zelzeleden zarar görenler için ayrılmış paradan başka yere sarf etmek! Halil Hilmi Efendi bunun devlet mevzuatına ve malî usullere ne kadar aykırı bir şey olduğunu, âdeta bir küçük konferans halinde anlatıyor. Fakat Ahmet Masum anlayacak mı? Daha doğrusu anlamak işine gelecek mi? Onun yanından çıktıktan sonra bu sözleri tahrif ederek çarşıda pazarda dedikoduya başlamayacak mı? Sonra komisyonun çalışması hakkındaki zehirli kelimeler! Muallim bir takını tesirlerden neleri ve kimleri îfcstediyor? Deli Kâzımın komisyonda olup bitenleri bu oğlana anlattığına şüphe yok. Nasıl ki, onun da deliyi kurup kurup komisyona salıverdiğini kaymakam imam gibi biliyor. Açık¬gözlük edeyim derken yine mi mantara bastın Halil Hilmi! Ne diye bir sicilli deliyi komisyona soktun? Sen mesuliyeti belediye reisi hebennakasmin üstüne yıkıp karşıdan kıs kıs gülmek istedin öyle mi? Şimdi bir rezalet çıkarsa «sen eşek başı miydin» diye yine senin yakana yapışmıyacaklar mı dersin? ,
Ahmet Masum, Halil Hilmi Efendiyi bu sefer de yine zehirli bir böcek gibi sokmuştu. Adamcağız kıvranıyor, fakat fazla bir şey soracak olursa büsbütün zihnini alt üst edecek şeyler duyacağını bildiği için lâkırdıyı neresinden kesse kâr sayıyordu. Ahmet Masum bir an komisyonu bırakarak softalardan şikâyete başladı. Ona göre «Çinili medrese» bir nevi engizisyon mahkemesi idi. Burada yapılan şenaatleri, cinayetleri bir Allah, bir de Ahmet Masum bilirdi. Müderris efendi İgnas de Loyolanm tâ kendisi idi.
Muallimin sözlerinden anladığına göre bu İgnas de Loyola ateşte kızdırdığı bir takım kerpetenler, çekiçler vesaire ile ötekinin berikinin dillerini koparan, kemiklerini kıran bir zalim papazdı. Zavallı müderris ise biraz aksiliğine rağmen... Ancak Halil Hilmi Efendi kırkı geçmiş birçok memurlar gibi kendisine de mürteci denmesinden çekindiği için genç muallimin müderris hakkındaki sözlerini her zaman ifadesiz bir çehre ile dinlerdi. Fakat o gün dayanamadı, dargın bir çehre ile:
— Ne münasebet çocuğum şimdi, ne münasebet rica ede-'rim? diye homurdanmıya başladı.
Ahmet Masum derin bir üzüntü ile:
— Ne yüksek bir insansınız kaymakam beyefendi, dedi. Mütemadiyen sizin kuyunuzu kazanlara karşı bu ne rahim ve şefkat? Söylemek istemezdim. Fakat dayanamıyacağım. Hakikat her şeyden üstündür. Biliyor musunuz ne rivayet çıkardı sizin için o İgnas de Loyola... Güya başlarında bulunduğunuz halde Ömer Beyin evinde türlü rezalet yapılmış, rakılar içilmiş, kadınlar oynatılmış. Allah da bu rezalete iştirak edenleri yaralamış. Yani zelzele sizin yüzünüzden olmuş. Şu cahaiete, şu şenaate bakın. Sizin gibi mücessem fazilet bir insana dil uzatmak için insan ne olmalı?
Halil Hilmi Efendi şimdi ne yapsın? «Yalan söylüyorsun»
diye bağıran Ahmet Masum yalan söylemediğini deliller, şahitlerle ispat edecek belki. Çünkü onun dedikodularının asıl hususiyeti yüzde doksan beş doğru olmalarmdadır. Kime hırsız, kimin karısına oynak derse evvelâ bağırılır, fakat sonunda yüzde doksan beş sözleri doğru çıkar. Nasıl ki, şimdi söylediği sözde müderrise pek yakışan bir sözdür. Yüzde beş uydurma bile olsa, bu saatte Ahmet Masumun himmetile nereye kadar gideceği belli olmıyan dalgalarla etrafa yayılmakta olduğuna şüphe yoktur.
Kaymakam canını dişine takarak Ahmet Masumun bu sözünü: «Ben vicdanının sesinden gayri hiç bir sese kulak asmı-yan bir idare adamıyım» yolunda vakur bir formül ile karşıladı, fakat muallim defolduktan sonra masasının başında bir sinir krizi geçirdi. Adamcağız parmakları ile şakaklarına vuruyor, yanlışlıkla ağzına sıcak bir şey almış gibi dudaklarım uzatıp hohlıyarak:
— Kerata! yaktın beni, danaburnu suratlı münafık cüce, diye bağırıyordu.
Halil Hilmi Efendi geceyi fena geçirdi. Aksi gibi son günlerde sıcaklar sivrisinekleri de ziyadece azdırdıklarından adamcağız kalın soğukbezi cibinliğinin içinde karaya vurmuş bir iri balık gibi çarpmıp çırpınıyor, yarı uyur, yarı uyanık bir halde kâh müderrisle, kâh başkaları ile kavga ediyordu. Sabaha doğru rüyasında Ahmet Masuma dehşetli bir dayak attığını