şimdiden terliyorum. Nihayet şunu da düşünmek lâzım ki, zatı şahanenin lütfen ve mürüvveten teselli buyurdukları bir felâket gayri vaki bir felâket olamamak zaruretindedir. Bilmem anlatabiliyor muyum? Kasabanın ileri gelenlerisiniz. Binaenaleyh heyete karşı nasıl bir hattı hareket ihtiyar edeceğimizi burada başbaşa düşünmeli ve kararlaştırmalıyız fikrindeyim. Şimdi sizleri dinliyorum.
Salonda derin ve korkunç bir sükût. Nihayet en arkadan bir ses, oturacak yer bulamadığı için kapıya yaslanarak ayakta duran mühendis Deli Kâzımın sesi yükseldi:
— Müsaade buyurursanız düşündüklerimi arzedeyim vali beyefendi hazretleri...
— Buyurun.
Deli Kâzım, salonu dolduran sandalyeler arasından yavaş yavaş ön sıraya doğru yürüyerek ve ellerile işaretler yaparak söylemiye başladı:
— Çok doğru olarak işaret buyurduğunuz gibi memleket hudutlarını aşarak medenî dünyaya akseden ve Sarıpmar halkını selâmı şahane ile taltif kılan bir felâket gayri vaki olamaz. Hattâ kanaati âcizanemce mübalâğalı dahi olamaz. Sarıpınann yarısı, hattâ dörtte üçü, haraptır. Çatılar yıkılmamışsa da çatlamış, çarpılmıştır. En göz önünde binaları alalım. Hükümet konağının hali malûm. Mekteplerde yüzlerce masumun hayatı her an tehlike içindedir. Kendini sigorta ettirmeden ve eşi dostu, ile helâllaşmadan birçok dairelere, adliye ve şer'iye mahkemelerine vesaireye ayak atmak caiz değildir. Böyle bir kasabaya zelzelezede denmezse nereye denebilir? Sarıpmar için büyük para yardımları olduğundan bahis buyurdunuz. Felâketimizin büyüklüğüne göre bu ianeler dişimizin kovuğuna bile gitmez. Ben devlet mühendisiyim. Emredin, yarından tezi yok size hayat tehlikesinden dolayı derhal boşaltılması lâzım gelen yüzlerce binanın listesini, raporunu vereyim. Ve Allaha karşı da, fenne karşı da yüzümün kara çıkmıyacağmdan emin olarak altına kalıbımı basayım. Sarıpınarlılardan bir kısmı bu sözleri Deli Kâzımın yeni v« yersiz bir zevzekliği sanarak sıkılıyorlar, homurdanıyorlardı. Fakat vali onun dilinin altındakini anlamıştı. Masanın önüne kadar gelmiş olan Deli Kâzımın elini tutarak:
— Yetişir mühendis bey, dedi. Kalıp basmalar falan bir tarafa bırakırsak sözünün bazı doğru tarafları yok değil, Kaida seninle şu meseleyi bir kere başbaşa konuşalım.
XXXI. Ya devlet başa, ya kuzgim leşe
Ertesi sabah valinin reisliğinde yeni bir komite kurulmuştu. Birçok büyük memurdan başka, kasabanın belli başlı eşrafını, avukatlarını, parlak gençlerini toplıyan bir komite. Vazifeleri, Şehzade Şemsettin Efendi ile beraber gelecek heyeti ağırlamak ve zelzeleden zarar gören bina ve insanları göstermekti.
Heyet kasabada kaldığı müddetçe komita azalarından başka hiçbir kimsenin misafirlere yaklaşmalarına asla meydan ve-rilmiyeeekti,
ingiliz gazetecilerle konuşmıya, vaktile bir, iki sene Tarsus Kolejinde okuanuş olan eczacı Ohanes memur edilmiş, Fransız gazetecileri için Çopur Resmîye telgraf çekilmişti.
Belediyede sık sık yaptığı toplantılarda komite azasına bir rejisör gibi vazifelerini prova ettiren vali, Kâzımla yalnız kaldığı zaman heyecanla ellerini uğuştuararak:
— Ne yapalım, diyordu, Sarıpınarın şeref ve menfaati bunu icap ettiriyor. Bakalım netice ne olacak? Ya devlet başa, ya kuzgun leşe...
îşin büyük yükü Deli Kâzımın üzerindeydi. Valinin itimadı onu bir garip diktatör haline getirmişti. Görünecek yerlerdeki bazı binalarım derhal yıkılması lüzumuna dair raporlar veriyor ve formalitelerin tamamlanmasını beklemeden, peşinde taşıdığı kazmalı, kürekli birçok adamlarla icraata geçiyordu.
Fakir mahallelerdeki bazı bahçeli evlere karşı da başka bir politika kullandı. Bunlar için yalnız sakat ve oturulmaz raporu veriyor, içindekileri bir kısım eşyaları ve kap kacaklarile beraber bahçeye, çadır ve çardak altına çıkarıyordu.
Muallim Ahmet Masum, kendi gibi birkaç muallimle mahalleleri dolaşarak şehzadenin zelzele sebebile sokakta kalanlara para dağıtacağını propaganda ettiği için hemen hiç kimse bağırıp çağırmiya kalkmıyor, hattâ birçok fakir aileler Deli Kâzımın raporu olmadan kendiliklerinden sokağa taşınıyorlardı.
Bazı medreselilerin: «îki deli bir araya geldi, kasabayı yıkıyorlar» diye ötede beride söylendiklerini muallim Ahmet Masumdan öğrenen vali: «Hocalara benden selâm söyleyin, medreseye gelirsem kazma kürekle değil, iple gelirim» diye haber gönderdi. Ve bunun üzerine oradan da ses çıkmaz oldu.
* * *
O güne kadar Bey kozdan uzak yola gitmemiş ve Ortaköy ile Çengelköyden başka köy görmemiş olan şehzade Şemsettin Efendi Sarıpınarı daha uzaktan görünce karşısında oturan valiye: «Hakikaten harabe haline gelmiş biçare şehir... Vah, vah.. vah vah..» dedi. Biraz sonra heyet şerefine en yeni elbiselerini giyerek ilk sokağın iki tarafında selâm vaziyeti almış olan halkı gördüğü zaman ise: «Ne sefalet yarabbi, ne sefalet! diye içini çekti, zelzele ne kıyafete sokmuş zavallıları.»
Arabada şehzadenin karşısına oturmuş olan vali sevincini saklamıya çalışarak: «Öyledir efendimiz öyledir» diyordu.
Deli Kâzımın programı üzerine kafileyi, çalgısı A eksik bir sünnet alayı gibi, uzun uzun mahalle aralarında dolaştırdılar. Atla oradan oraya koşan jandarma kumandanı Niyazi Efendi hayvan mürebbileri gibi kamçısını şaklatarak: «Efendi hazret- vavritiMEN 119
W Jeri bir şey soracak olursa, sakin olmaya ki,, bir zevzeklik ede-JL siniz. «Allah ömürler versin» dersiniz kâfidir. «Sökerim dişleri-T nizi yoksa» diye talimat veriyordu.
!• Vali, yeni yıktırılan binaların ve etrafı mangallar, tencere¬ler, su küplerile çevrili çadırların önünde arabayı durduruyor, şehzade arabadan inerek büyük bir nezaket ve şefkatle hareket-zedelerin hatırını soruyordu.
Sıra, çay karşısındaki muhacir mahallesine gelince, hiç bir .J sahne