herkesin kendine baktığı ve bıyık altından güldüğünü zannediyordu. Bir, iki kere öfke ile kendi kendine:

— Tahammül edilmez buna, dedi, bu teres iyi bir dersi haketti. îlk önüme çıkan sokağa sapıp yerime gitmeliyim. Hakarete hakaretle mukabele edilir. Benim de izzeti nefsim var. Hâmit Bey, hakikaten dediğini yapıyor, fakat meçhul sokakta beş, on adım gittikten sonra valinin arkasına dönerek;

«Nerede mutasarrıf bey? Gitmiş öyle mi?.. Ya!!.. Pekâlâ» dediğini görür gibi olarak dehşet içinde kalıyor ve arkasından t kovalanıyormuş gibi âdeta koşarak caddeye dönüyordu.

Hâmit Bey bu tahmininde isabet etmişti. Bir eski çeşmenin üstündeki beyitleri okuyamıyan ve etrafmdakilerin de okuyamadığını gören vali:

— Nerede mutasarrıf bey, dedi, bu bilmecenin olsa olsa o altından kalkar...

• Hâmit Beyin, kalabalığın takımı ile kendisine döndüğünü ve valinin el salladığın! görerek adımlarını sıklaştırmış olmasına rağmen birkaç kişi ona karşıcı gitti.

Vali: — Mutasarrıf beyefendi, dedi, kitabet ve inşa cihetinden hepimizin alaylı olduğumuz meydana çıktı. Aramızda mektepli bir siz varsınız, çıkaramadık şu beyiti de...

Hâmit Beyin kanı, çehresinin her tarafına kâfi gelmediği için ancak burnunun ucu ile elmacık kemiklerinin bir parçasını kızarttı:

— Estağfurullah efendim. Teveccühünüzün minnettarıyım efendim. Emir buyurursunuz efendim...

Hâmit Beyin kitabet ve inşası hakikaten kuvvetliydi. Eski yazı çeşitlerini okumak ve hattâ yazmakta da oldukça mele- j keşi vardı. Fakat arapça kelimeleri yanlış telâffuz etmek korkusu onda âdeta bir hastalık haline gelmiş olduğundan kimsenin yanında yüksek sesle bir şey okuyamazdı. Kitabeye bir göz gezdirip içinden çıkamıyacağını anladıktan sonra gözlerini kırpıştırarak:

— Efendim af buyurun, uzaktan harfleri seçemeyeceğim, dedi.

Vali içini çekerek güldü:

— Gözleri seçen okuyamaz, okuyabileceğin gözleri seçmez. Demek ki, Allah alın yazılarımız gibi şu yazının da okunmamasını murat buyurmuş. Takdiri ilâhîye karşı tedbir para eder mi? Ne yapalım, yürüyelim bari...

Fakat bu esnada Deli Kâzım, kalabalığı yararak öne çıktı:

— Müsaade buyurursanız bendeniz de bir tecrübe yapayım vali beyefendi, dedi. Yüzüm kara çıkmaz inşallah.

Ve kitabeyi başından sonuna kadar su gibi okudu. Vali Deli Kâzımı kolundan tutarak:

— Bakındı hele, dedi ,aferin sana mühendis.

Deli Kâzımı valiyi karşılamıya götürmek, için epeyce zorlamışlardı:

— Yapamam yahu, kanımda yok dalkavukluk, diyordu.

O vakite kadar o da kafilenin uzağında yürümüş ve «aman yapma» dendikçe inadına yükselen bir sesle öyle şeyler söylemişti ki, muallim Ahmet Masumu bile yanından kaçmıya mecbur etmişti.

Fakat arasıra coşkun yumruklarla sırtını okşıyan, kolunu sallayıp sarsan vali ile on beş, yirmi adım yürüyüp ayrıldıktan sonra lisanını değiştirdi:

— Sapma kadar adam doğrusu; can feda böylesine demeğe başladı.

Halil Hilmi Efendi Ömer Beyin evine kadar kafileyi sessiz, sedasız takip etmişti. Orada artık vazifesinin nihayet bulduğunu zannederek ayrılacağı zaman vali:

— Nereye kaymakam, dedi, sen kal burada, konuşacaklarım var.

Böyle bir şerefi beklemiyen Ömer Bey, acele bazı hazırlıklar için eve girmiş; vali, belediye'reisi Reşit Bey ve daha birkaç kişi ile bahçede otuarmuştu.

— Yanaş şöyle bakalım kaymakam. Al şu sandalyeyi... Rahat otursana./Bu ne hal kaymakam. Sen değneği kırılmış Ha-civada dönmüşsün. Ne fena çarpmış bu zelzele seni böyle. Hâlâ iyi olmadın mı? Halil Hilmi Efendi arasıra nefes almak için durarak, «resmî doktor raporu ile de sabit olduğu üzere» büyücek bir rahatsizlik geçirdiğini, fakat bu şimdiki arızanın, bu sabah doktor tarafından delinmiş bir kan çıbanından ileri geldiğini, sandalyeye yarım oturmasının sebebi de bu olduğunu anlattı.,

— İstersen şu hasırın üstüne uzan, daha rahat edersin. Halil Hilmi Efendi kızarıp bozararak bu vaziyette oturmıya

müsaade istedi.

— Nasıl istersen kaymakam. Keyfine karışacak değilim. Anlat bakalım şimdi, nasıl görüyorsun şu halleri...

Halil Hilmi Efendi nereden başlıyacağım bilemiyerek sıkılıyordu.

Vali korkunç bir sadelikle:

— Eh söylemek istemiyorsan ben sana bir kelime ile hülâsa edeyim kardeşçiğim, dedi. Berbat değil mi? Başka bir kelime aklına geliyorsa söyle, «Hay babana rahmet» diye kabul edeyim. Nasıl, anlaştık mı? Haydi şimdi başka şeylerden konuşalım.

XXIX. Vali dehşet saçıyor

Vali bir kelime ile hülâsa ettiği vaziyeti bir, nihayet iki gün- ! de düzeltip merkeze döneceğini umuyordu. Evet, vaziyet hakikaten dediği gibiydi. Kaymakam berbat etmiş, mutasarrıf tüy dikmişti. Zaten hâlâ neden kullanıldıklarına bir türlü akıl erdiremediği, böyle Hacivat çelebi kılıklı, eski devir döküntülerinden başka ne beklenebilirdi. Fakat onun kendisi için halledi-lemiyecek mesele yoktu. Meseleden korkarsan mesele büyür ve seni yerdi. İdare adamı için yapılacak şey, bilâkis düşünmeden, korkmadan meselenin üstüne yürümekti. Kötü mü gidiyor bir iş? Başındaki adamı kulağından yakalayıp atar ve geçersin. Yine mi kötü gitmekte devam ediyor, bunu bir kere, bir kere daha tekrar edersin. Tâ ki, artık kötü gitmeyinciye kadar. Hele bazılarının, bazılarının değil hemen bütün idare adamlarının yaptığı gibi her meselede kılı kırka yarmıya kalkar, her işi kendi elimle yapayım diye düşünürsen

Вы читаете Değirmen
Добавить отзыв
ВСЕ ОТЗЫВЫ О КНИГЕ В ИЗБРАННОЕ

0

Вы можете отметить интересные вам фрагменты текста, которые будут доступны по уникальной ссылке в адресной строке браузера.

Отметить Добавить цитату