mesele...
— Evet, meseledir...
— Mesele ama, hepsini bir günde halledecek değiliz ya... Vali Sarıpınara gidedursun... Ya biz bir şey düşünürüz, ya o... Hadi kapandı şimdilik celse...
XXVII. Vali geliyor
Valinin telgrafı geldiği zaman kasaba iki gündenberi yeni bir dedikodu içinde çalkanıyordu. Meşrutiyet kıraathanesindeki rivayete göre, mesele şu idi: Ömer Beyle bağdaşan kaymakam vekili Eşref, ikide bir de onun çiftliğine giderek gece yarısına kadar kalıyor ve bazan da orada sabahladığı oluyordu. Cuma akşamı üç, beş ahbap arasında yine bir saz âlemi yapılmış, bir takım uygunsuz kadınlar getirtilerek oynatılmış ve sonunda bir kıskançlık kavgası çıkaran cemaat, biribirine girmiş ve tabancalar atılmıştı.
Çarşı kahvelerindeki rivayet, bundan epeyce farklı idi. Kavga Ömer Beyin misafirleri arasında değil, bu misafirlerle çiftlikte oynatılan kadınları zorla alıp götürmek istiyen deveciler arasında olmuştu. Biraz geç olmakla beraber daima havadisin en doğrusunu alan Ohanes eczanesine göre ise, meselenin şekli büsbütün değişiyordu: Uygunsuz kadınlar rivayeti de masaldı, bu kadınları almak istiyen deveciler ve atılan silâhlar da. O gece mecliste bir tek kadın vardı. Kızanlıklı. Naciye. Yardım heyetinden genç bir doktorla Eşref Naciyeyi biribirinden kıskanarak biribirlerini tokatlamışlar,
Bulgar kızını onlardan kıskanan Ömer Bey de, misafir falan demiyerek sabaha karşı her ikisini kapı dışarı etmişti.
Ömer Beyin çiftliği sapa bir yerde bulunduğundan birkaç el silâh atmak değil, iki ordu muharebe etse kimsenin işiteceği yoktu.
Asıl ehemmiyetli olan ikinci rivayete gelince: Kaymakam vekili bunu en kuvvetli bir delil ile yalanlamak için Ömer Beyi bir koluna doktoru, ötekine alarak günde birkaç nöbet çarşıyı 11'»'
dolaştığı halde kimseye fikrini değiştirtemiyordu. Zaten kasabada adını doğru basmaza çıkarmak için Ömer Beyle ahbap olmak kâfi idi.
Mutasarrıfın kızı hikâyesinin uydurma olduğunu öğrendikten sonra Halil Hilmi Efendinin Ohanese olan itimadı sıfıra inmişti. Bununla beraber, belki hoşuna gittiği için, o en ziyade üçüncü rivayete inanıyor, kendi hayalinden de buna bir parça bir şeyler katarak «Leh yahudisi suratlı sarartma oğlanın iri boy doktordan temiz bir dayak yediğini ve hükümet namusunu bir paralık ettiğini» tasavvur ediyordu. Nihayet kendisi gibi bir emir kulu olan Eşreften, şahsına karşı hiç bir fenalık ,ve hürmetsizlik görmediği halde, saklıyamadığı. bir sevinçle ellerini oğuşturuyor ve doktor Arif Beye: «Ne dersin doktor; ister misin biz halef, selef elele vererek bir ağızdan «Ey gaziler..» şarkısını çağıra çağıra memleketten çıkalım» diyordu.
Valinin yolda olduğu, haberi bu dedikoduyu birdenbire ikinci plâna atmış, daha doğrusu plân dışı etmişti. Herkes şimdi zelzele dram komedisinin, onun gelmesile başlıyacak olan son perdesini seyire hazırlanıyordu.
Kasabada en ziyade telâş edenlerden biri belediye reisi Reşit Beydi. Adamcağız bir çıkmaza saplanmıştı. Valiyi evine misafir etmek onun için bir aile namusu meselesiydi. Halbuki kendi evinin tavanları yaldızlar ve avizelerle süslü baş odasında sepetlenmesine imkân olmıyan başka bir misafir, mutasarrıf Hâmit Bey vardı. İster misiniz, yukarı sokakta güzel bir evi olan Nalcızade, hattâ Ömer Bey bir açıkgözlük ederek valiyi elinden kapsın!
Reşit Bey, burnundaki et benini tekrar kanatıp iltihaplandırarak, dolambaçlı bir yoldan, meseleyi mutasarrıfa açmıya mecbur oldu:
— Fakirhanemin şerefi şimdi iki muhterem misafirle dübala olacak. Vali beyi başka yere göndermek nezaketsizlik olur değil mi? O halde kendilerini de karşıki odaya misafir ederiz. Biraz küçükçedir ama, rahattır. Ayıp olmaz değil mi? Zatıâliniz daha iyi takdir buyurursunuz.
Valinin adını işitince zaten kaçacak delik arayan Hâmit 103
Bey, buradan çıkıp gitmek lüzumundan başka hiçbir şeyi tak-.JA. dir buyuracak halde değildi.
' — Aman birader, zatıâliniz bana izin verin, dedi. Ben sıkın¬
tılı bir adamım. Teklifli tekellüflü insanlarla bir evde kalamam. Ben gideyim. Neresi olsa müsavi. Otel de olur, bizim yardım heyeti reisinin yattığı evde bir oda da olur. Elverir ki» Ni-kolaki Efendi ile beraber bulunayım. Hemen bir çaresine bakalım.
Mutasarrıfın artık zincirle bağlasan burada durmıyacağına kanaat getiren belediye reisi, riyakâr bir üzüntü ile okunmıya başladı:
— Olmaz beyefendi, olmaz. Ben hani sanki vali beyle bir evde bulunmaktan daha memnun olursunuz diye söyledim. Vali beyi başka yere misafir ederiz efendim...
Reşit Bey bunları söylerken göz ucu ile de mutasarrıfı kontrol ediyor, onun telâş ve dehşetinin arttığım gördükçe kendisi de ısrarını arttırmakta bir tehlike görmüyordu.
Belediye reisi, bu yer değiştirme hâdisesini mutasarrıfın kendi aklına, gelmiş bir şey, onun valiye karşı bir cemilesi gibi izah ederek dışarıya karşı da vaziyeti idare etti.
Mutasarrıf iki saat içinde bavulları, Taşdelen damacanası ve ilâç şişelerile beraber bir otele değil, fakat Nalcızadenin yukarı sokaktaki evine geçiyordu. Kaymağı alınmış bir şerefin artığını, ikinci elden bir dosta devretmekte Reşit Bey için zaten korkulacak bir şey kalmamıştı.
Yalnız vali daha şehir dışında kendini karşılamıya gelenler arasında Ömer Beyi görünce ötekileri birdenbire bırakarak ona doğru yürüdü:
— Vay Ömer Bey... Şükür görüştüğümüze. Senin hâlâ ih-tiyarlamıya niyetin yok mu? dedi. Ve bir pehlivan elense eder gibi avucu ile onun kırışık ensesini, traşlı başını sarsıp şakır-datmıya başladı.
— Sayende demir gibiyim beyefendi.
— Yine atıyor musun?
— Atmam olur mu? Atın ölümü arpadan olsun.
— Aferin sana Ömer Bey., hay Ömer Bey hay...