meşgul olun Kâzım Bey, dedi ve doktora acele acele:
— Doktor, ben bu sabah bir yürüme tecrübesi yaptım ama, galiba iyi etmedim, dedi. Diz kapağım yine fena halde sızla-mıya başladı. Belkemiğini zaten hafif hafif ağrıyordu; şimdi büsbütün arttı. Başımın arka tarafında da., vesaire vesaire...
Buttı'lar tabiî yalandı. Fakat Halil Hilmi Efendi Deliyi oyalamak ve lâkırdıyı başka mecraya sürüklemek için başka çare düşünememişti.
Doktor ellerini kaldırarak:
— Ne diyeyim beyefendi, dedi. Hastasınız diyorum, doktordan iyi bitirmişsiniz gibi «hayır» diye inat ediyorsunuz. Bu kerata iş benim işim, mesleğim, sanatım canım. Ötesi var mı? «Yatacaksınız» diyorum, kırık dingilli arabalarda saatlerce o biçare vücudu sarsıyorsunuz; bastonunuzu alıp sokakîarda dolaşmıya kalkıyorsunuz. Çocuk değilsiniz ki, kulağınızı çekeyim. «Ne haliniz varsa görün» deyip çıkacağım ama ona da hürmetim ve muhabbetim mâni. Hadi odanıza gidelim de bir çaresine bakayım.
Halil Hilmi Efendi şöyle bir yutkundu. Söylenecek çok şey vardı ama, sırası değildi.
Kaymakam ortalığın epeyce yatışmış olduğunu görerek mahzun bir çehre ile:
— Hûda bilir komisyondaki şu ihtilâf manzarası beni ağrılarımdan çok ziyade muztarip ediyor dedi. «Aman» derim arkadaşlar, «aman» derim. Fazla söylemiyeceğim. İşte bu kadar.
Deli Kâzım muhacir meselesini bir kere daha parmakladı:
— Mademki kaymakamımız da bizi tekdir etti, o halde bundan sonra elhap... Artık benden yana itiraz yok. Yalnız sırf hakikat namına doktor bey şu işi tenvir etsin. Kosvalı ihtiyar zelzeleden mi öldü, kangrenden mi?
İhtiyarlık ve hastalıktan az buçuk sersemlemiş olmasına rağmen doktorun ara sıra uyanan hergele bir tarafı vardı. Deli Kâzım sualinden ve ötekilerin acayip hallerinden bir şey ler sezinlediği, münakaşanın mevzuu hakkında kulağına bir parça bir şeyler çalındığı ve galiba birkaç kere yarasını gÖster-miye gelmiş olan ihtiyar mühacıra elinden gelebilecek her şeyi yaptığından emin bulunmadığı için saf bir tavırla:
— Yüzde yüz katiyetle bir şey söylenemez, dedi. Vücudun içinde değiliz ki... Kangren de mümkün... Zaten ayağını sürü-, yen bir ihtiyar için bir düşme, bir şok, hattâ kuvvetli bir heyecan neticesinde ölmek de mümkün... Doğruyu yalnız Allah bilir.
Evkaf müdürü:
— Öyledir. Fakat siz yine zannı âlinize göre bir rapor lûtfetseniz de muamelemizi ona istinat ettifsek, diyecekti. Fakat Deli Kâzımdan çekinerek ses çıkarmadı.
XIII. Muhacırlar
Balkan muharebesinden sonra Sarıpınara ardı arası kesil-miyen muhacir akınları gelmişti. Çayın karşı yakasındaki Gaziler ve Çaybaşı mahalleleri çeşit çeşit insanları ve arap saçı gibi karmakarışık meseleleri ile âdeta bir küçük Makedonya halinde idi. Bereket versin ne insanlar, ne de meseleler çayın beri kıyısına geçmiyorlar, muhacircikler bir yandan doğup bir yandan ölerek kendi yağlan ile kavrulup gidiyorlardı.
Belediyedje bir komisyonun muhtaçlara para dağıtmakta olduğu duyulunca bir akındır başladı. Bunların bir çoğu türk-çeyi dahi bilmedikleri için yardımın hangi cins muhtaçlara olduğunu arayıp soran pek azdı. Bir parça aklı erenler ise, «bizden âlâ muhtaç mı olur. Hangi babayiğit zelzele bizim ha-nümanlar kadar hanüman yıktı» diyorlardı.
Meselenin asıl baş döndürücü tarafı hangi cins muhtaçlara yardım edileceğini belediyedeki komisyonun da pek iyi keş-tirememesi idi. Zelzeleden üç saat evvel ölen kasabın anasına, kangrenden ölen Kosvalı ihtiyara pekâlâ cenaze parası verilmişti. Zelzelede korkudan çocuk düşürdüğünü iddia ederek on iki mecidiye tedavi parası alan bir kadımn da korkudan değil, Nevrekoplu bir ebenin kibrit başları ile yaptığı bir ilâçtan çocuk düşürdüğünü bilmiyen yoktu. Şu halde ötekilerin, viranelerde, üstü açık barakalarda bit, pislik, açlık ve hastalık içinde haşır neşir olan bunca yer yurt garibinin ne suçları vardı?
Reis, kalabalığa karşı belediye dairesinin kapılarını kapat- tırmıya mecbur olmuştu. Ara sıra Deli Kâzım nasihat vermek için balkona çıkıyor, evvelâ akıllı uslu konuşurken sonra birdenbire heyecana gelerek kalabalığı büsbütün azdıran tehlikeli ve ateşli nutuklar söylüyordu. Daha kötüsü komisyona aklı - başında istidalar gelmiye başlamıştı. Birisi ihtiyar anasının zelzele esnasında düşerek kötürüm olduğunu söylüyor, bir aile reisi evindeki duvarların tehlike teşkil edecek surette çatladığını iddia ediyor, eski jandarma kışlasına yerleştirilmiş olan kalabalık bir muhacir grupu damların çöktüğünü, merdivenlerin yıkıldığını haber veriyor ve bunların hepsi iddialarını ispat için doktor, mühendis, mahalle heyeti, jandarma tahkikatı istiyorlardı.
İhtiyar ananın kötürümlüğü ile zelzele arasında hakikaten bir münasebet var mı? Duvardaki çatlaklar hangi tarihten kalmadır; jandarma kışlasının zaten barınılmaz hale geldikten sonra camı çerçevesi sökülerek, hattâ yıkıldığı iddia edilen merdiven kolları ve basamakları yakılarak muhacirlere verildiğini komisyon azasının hepsi hatırlıyor.
Sadece yurdsuz ve aç olduklarını söyliyerek para istiyen-lere bu hususlara bakmakla mükellef devlet dairelerinin kapılarını göstermekle işin içinden çıkmak kolay. Fakat muayyen bir iddiaları olan ve tahkikat istiyen vatandaşları - hele sayıları biri, beşi, on beşi çok aşarsa - hangi kapıya göndermeli? S'abahtanberi burnunun üstündeki et benini sıkıntıdan çe-kiştire çekiştire iri bir kan çıbanı haline getirmiş olan belediye reisi:
— Beyler, akıl akıldan üstündür, dedi. Münasip