bıraktıktan sonra üçüncü gün «memuriyeti gazeteciliğe mâni olduğunu» bildirerek iistifa etmişti. Fakat Çopur Resmî kös dinlemiş adamdı; Sarıpinardaki yakın dostları vasıtasile kurduğu şebekeden her gün aldığı haberleri alabildiğine şişirerek Nidayi Hak'a gönderiyor ve Sancak büyükleri arasında canından bıkan bulunmadığı için kimse buna ses çıkarmıyordu.

Kendi keşfettiği kemiği Nidayi Hak'a kaptırdığını gören Millet Sesi bir yandan onunla hırlaşırken, öbür yandan da Sa- rıpmarda, böyle nazik bir zamanda gazetelere doğru haberler verilmesine kimlerin, hangi mürteci kuvvetlerin engel olmıya cesaret ettiklerini soruyor, mesele çıkarıyordu. Gazetelerdeki ahenk bozulup zihinler tehlikeli bir surette ' karışınca dördüncü kuvvet birinciye baş vurdu ve mesele hakkında henüz «her türlü tereddüdü ve yanlış zanları izale edecek resmî bir tebliğ» verilmemiş olmasından şikâyet etti.

Dahiliye nazırı kendisine gazetecilerin bu şikâyetini anlatan müsteşara:

— Yalan mı ya a iki gözüm? dedi. Herifler yalan mı söylüyorlar? Sarıpmar kazasında kaç ev yıkıldığını, kaç kişi yaralandığmı ben mi kovalıyayım bunca iş arasında? Verin bir tebliğ, bitsin gitsin.

— Bendeniz de düşündüm., fakat.... Nazır gülümsedi:

— Fakat ne söyliyeceğiz değil mi? Valiye bir şifre verelim hemen, soralım uyuyor mu? Bir şey gelinciye kadar da idare edin. Yardım teşkilâtının yolunda işlediğine ve mümkün olandan fazlasını yaptığına tabiî şüphe yok. Bir, iki gün içinde de tafsilâtlı tebliğin verileceğini ilâve edersiniz. Ha, onu da unutmayım. Kazaya biz de biraz para yardımı yapalımA Ayıp olmasın.

XX. Mutasarrıf

Mutasarrıf Hâmit Bey henüz uyumuştu. Bu, üç geceden-beri ilk defa oluyordu. Buna rağmen sokak kapısının zilini ilk defa o işitti ve yatağında doğrularak «bir felâket mi var?» diye ellerile yüzünü kapadı.

Senelerdenberi sinir hastası olan karısı son zamanlarda işi büsbütün azıtmış ve üç gün evvel entarisinin kuşağı ile kendini asmıya kalkmıştı; bereket versin karyolasının cibinlik demirine.

Fakat Hâmit Bey onun bir ikinci defa, cibinlik demirinden daha sağlam bir yer bulup kendini öldüreceğine şüphe etmiyordu.

Mutasarrıf, Meşrutiyetten sonra, altmışına doğru ilk defa İstanbuldan çıkmış bir Babıâli beyi, yillardanberi ihtiyar dadısı Nalân kalfanın kendi elüe pişirdiği Fosfatin mahallebisile yaşıyan bir merak hastası idi. Kalamıştaki köşkünden sonra Sancak ona eski sürgünlerin gönderildikleri Ffean gibi görün. müştü. Dört senedenberi vücutça, ruhça perişan bir halde idi. Üstelik karısı da sinir falan derken son zamanlarda işi azıtmış: âdeta tımarhanelik bir deli olmuştu. Hâmit Bey, Kalamış koyunu, Fenerbahçeyi gözyaşları ile hatırlıyarak kendini buraya atanlara nasıl lanet ediyorsa kadın da ayni sebeple ona lanet

ediyor ve sataşmayı bazan adamcağızın başına hokka, sigara tabağı gibi şeyler fırlatmak derecesine vardırıyordu.

Bu felâketler Hâmit Beyin kendisini de çıldırtarak belki hayat arkadaşından da beter bir hale getirmişti. Fakat kadının gürültüsünden ne kendi, ne de başkaları bunun farkında olmuyorlardı. Mutasarrıf «bir felâket oldu, biliyorum, bir felâket oldu.. bana söylemiyorsunuz» diye çırpınırken Nâlân kalfa:

— Ayol beyefendiciğim, Allah göstermesin, hanımefendi, kendine bir şey yapsa sokaktan kapı çalarak mı haber verirler? Yapmayın Allah aşkınıza dedi.

Zavallı Hâmit Bey, zihnindeki dağınıklığa rağmen kalfanın bu mantığındaki kuvveti anladı ve utanarak sesini kesti.

Gecenin bu saatinde kapıyı çalan telgrafçı idi. Vilâyetin bir şifresini getiriyordu. Nalân kalfa:

— İnşallah İstanbula gidiyoruz diye ümide düştü. Mutasarrıf:

— Ne gezer bizde o talih, dedi. Meşrutiyet hükümeti beni burada öldürmek için bahsa girişti.

Hâmit Bey Ebcet hesabile tarihler yazmiya ve bilmece hal-letmiye çok meraklı idi. Onun için şifrelerini kendi açar, hattâ arasıra, bazı meşhur beyitleri şifre ile yazarak vakit geçirirdi. Sayılar aklında olduğu için valinin telgrafını adi yazıdan daha kolay okudu. Bu, zehir zenberek bir tekdirdi. Sarıpınar zelzelesi hakkında hâlâ tafsilâtlı bir rapor gönderilmemiş olmasının sebebini soruyor, felâketin izam edilerek efkârı umumiyenin beyhude heyecana düşürüldüğü hakkında bazı dedikodular olduğunu söylüyor ve mutasarrıfın derhal Sarıp:nara giderek öğreneceklerini saati saatine vilâyete bildirmesini emrediyordu. Günü gününe de değil de, saati saatine!

Bu emir mutasarrıfa âdeta bir seferberlik emri gibi dehşet verdi. Vali, İttihatçı kodamanlarmdandı. İnsanla «kardeşim» şeker ağabeyciğim» diye konuşan bu adamların, daHarma basıldığı zaman, ne yaptıklarını Hâmit Bey gayet iyi bilirdi. Üstelik de askerdi; Hareket ordusu' ile İstanbula yürüyenlerdendi.

Mutasarrıf, telgrafı okur okumaz «derhal hareket ediyo- 77

rum» diye cevap verdi. Bunu yapabilecek miydi? O başka bah's! Fakat emir «derhal pencereden kendini at» da olsa, gene böyle cevap vermekten başka çare yoktu.

Sabaha karşı yalnız o değil, şehir de biribirine girdi. Jandarma dairesine, büyük memurların evlerine adamlar koşturuluyor, eczahaneler, dükkânlar açtırılıyor; arabalar hazırlatılıyordu.

Bu acele harekete sebep gösterilmemesi işe esrarlı bir mahiyet vermişti. Mutasarrıf ev halkına karşı da ayni politikayı kullandı. Evvelâ yine bağırıp çağırmıya kalkan hanımefendi,, sabah alaca karanlığının bir kat daha dehşetini arttırdığı bu fevkalâde hal karşısında, akıllanmıya mecbur oldu. Nalân kalfanın Hâmit Beyin arkasından kova ile sokağa döktüğü sulara basarak arabaya koşuyor: «Allah aşkına kendine iyi bak, beni habersiz bırakma, çıldırırım» diye yalvarıyordu.

Вы читаете Değirmen
Добавить отзыв
ВСЕ ОТЗЫВЫ О КНИГЕ В ИЗБРАННОЕ

0

Вы можете отметить интересные вам фрагменты текста, которые будут доступны по уникальной ссылке в адресной строке браузера.

Отметить Добавить цитату