eden yok. Fakat endişe buyurmayın. Bendeniz yarından itibaren getirtirim. Muhterem misafirimize çay suyu içirecek değiliz ya.-.
Mutasarrıf asıl işini unutmuş gibiydi. Halil Hilmi Efendiden sekiz on yaş ihtiyar olduğu halde, belki de merhum lalaya benzediği için, kendini onun yanında çocuklaşmış görüyor ve öyle konuşuyordu. Biraz sonra:
— Peki, kaymakam, bey dedi. Mademki İstanbulu bu kadar özlediniz. O halde buralarda yaşamıya nasıl razı oluyorsunuz?
Kaymakam yine göğüs geçirdi ve gözlerini daldırarak okudu:
«Viran olası hanede evlâdii ayal var»
Hâmit Bey mısraı bilmiyordu:
— Aman ne güzel şey o, dedi. Viran olası hanede... Lütfen tekrar eder misiniz kaydedivereyim şunu. Hakikaten meseledir evlâdü ayal. İnsan her şeye onlar için katlanır değil mi. Çoluk çocuğunuz var tabiî.
Halil Hilmi Efendi gözleri parlıyarak fırsatı yakaladı:
— Var maalesef efendimiz.
— Niçin maalesef dediniz?
— Bendenizin yaralı bir taraf imdir da ondan, Hem dört •il
tane. KimÜ eşikte, kimi beşikte. Bir gözlerimi1 kapasam, yahut başıma başka bir hal gelse, düşünüyorum da...
— Allah esirgesin... Allah esirgesin.
— Yeryüzünde dikili ağacımız yok. Dört çocuk ve hasta, alil bir kadın...
— Hasta mı? Refikanız hasta mı? v -
— Yirmi küsur yıldanberi.
— Aman ne söylüyorsunuz? Nesi var?
Mutasarrıfın edebiyat cihetinden yaya olduğuınu «Vira» olası.. » mısraını bilmemesinden anlamış olan kaymakam, biraz daha şairleşmekte fayda görerek:
— Daha aldığım zaman hazan yapraklan gibi meyyali sukut bir kızcağızdı, dedi.
Devam edecekti, fakat kendi karısından bahsetmek ihtiyacını duyan mutasarrıf dinlemiye taraftar görünmedi. Acele acele onun sözünü keserek:
— Hakikaten güç iştir, dedi. Benim hanım da hasta. Gerçi sizinki kadar uzun zamandanberi değil, fakat sıhhati bana endişe veriyor.
Halil Hilmi Efendi kaşlarını kaldırarak telâş etti:
— Pek üzüldüm buna beyefendi. Neleri var hanımefendinin?
Hâmit Bey tereddüt etti:
— Sinir, merak gibi bir şey.
Kaymakam işi anladığı için hastalığın üzerinde fazla durmadı:
— Çocuklarınız?
— Çocuklarım mı? Benim çocuğum yok ki... Allah vermedi. Bizim viran olası hanede yalnız ayal var ama, sağ olsun, bir düzüne çocuğun yerini tutuyor.
Halil Hilmi Efendi hayretle yerinden kalkarak:
— Nasıl, çocuklarınız yok mu zatıâlinizin? diye sordu.
— Var mı diye biliyorsunuz siz?
— Hayır, yalnız yetişmiş bir kerimeniz, yahut kerimeleriniz var, diye işittim de...
— Keşke öyle olsaydı, fakat yanlış.
Halil Hilmi Efendi bir türlü kendine gelemiyordu. Demek mutasarrıfın kızı yoktu. Böyle olunca Eşrefi kendine damat yapmak hikâyesi baştan başa uydurma idi. Bu hikâye uydurma olunca da Eşrefi, kendi yerine Sarpmara kaymakam tayin ettirmek... Aman yarabbü
O esnada kapı bir iki kere hafif hafif vurulduktan sonra aralanmış, ev sahibi Reşit Beyin başı içeri uzanmıştı:
— Efendim, rahatsızlığınızı merak ettim de., şöyle bir uğ-rayıvereyim dedim, belki bir emiriniz varsa diye...
— Aman efendim, ne zahmet., cidden mahcup olmıya başladım.
— Vazifemiz efendim, vazifemiz. Muhterem misafirsiniz, emanetullahsmız.
— Buyursanıza içeriye.
— Rahatsız etmiyeyim.
— Rahatsız olacak bir şey yok, buyurun canım.
Reşit Bey mutasarrıfın kaymakamla halvet olduğunu bildiği ve sırf bir şeyler öğrenebilmek merakile eve uğradığı halde bundan haberi yokmuş gibi görünerek:
— Huzurunuzda beyefendi bulunduğunu bilseydim bu kadar da rahatsız etmezdim! dedi.
— Estağfurullah., buyurun, oturun. Belediye reisi odanın ortasında durmuştu:
— Müsaade buyurun. Meşgulsünüz, tş arasında olmaz, dedi ve Hamit Beye hiç bir eksiği ve ricası olmadığını bir kere daha temin ettirdikten sonra - sürahideki ısınmış olması lâzım gelen suyu hizmetçiye değiştirterek - dışarı çıktı.
XXIV. Hava değîşiyor
Hava başkalaşmlştı. Kaymakamla yarenliği fazla ileri götürdüğünü farkeden mutasarrıf, kapı kapandıktan sonra çehreyi değiştirdi; parmakları ile düzeltilecek bir yaka arayıp bulamayınca pijamanın düğmesini ilikliyerek değişik bir sesle:
— Gelelim meselemize kaymakam bey, dedi.
Biraz evvelki havadisin neş'esile hâlâ gülümsemiye devam eden Halil Hilmi Efendi de derhal kendisini toparlamış, imtihana giren bir çocuk gibi bacaklarını yanyana getirerek ellerini dizlerine koymuştu.
Kaymakam bey, boynunu kısıp omuzlarını kaldırarak dua edecek gibi ellerini açtı; sonra avuçlarını hafifçe biribirine vurarak:
— Ne diyeyim bilmem ki, mutasarrıf beyefendi, dedi ve sustu.
îkisinin de söyliyecek bir şeyleri yoksa biribirine veda edip ayrılmaları lâzım gelirdi ki, bu olamazdı. Hâmit Bey gözlerini tavana kaldırıp düşündükten sonra: — Herhalde işler iyi gitmemiş kaymakam bey, dedi. Birbirini takip eden yanlış haberler yüzünden hepimiz telâşa düştük, yardım heyetleri gönderdik. İstanbul gazeteleri bu havadisleri telleyip pulladılar. Sarıpmarda taş üstünde taş kalmamış gibi bir yanlış zan hâsıl oldu memlekette. Hâsılı bir bardak suda bir fırtına ki, demeyin gitsin. Herhalde işler iyi gitmemiş. Bunu siz de tasdik edersiniz elbette değil mi kaymakam bey? Bu gibi hallerde bir kelimenin, rasgele ağızdan