çıkan bir «evet» veya «hayır» m insanın başına ne işler açabileceğini tecrübelerile bilen Halil Hilmi Efendi yutkundu, yüzü ve elle-rile ancak «talih, kader» mânasını ifade edebilecek müphem bir işaret yaptı.

— Gerçi siz yaralı idiniz, vazife başında değildiniz ama...

— Orası öyle mutasarrıf beyefendi. Hükümet doktorunun ifadesine göre âdeta bir ölüm tehlikesi atlatmışım. Hûda bilir, günlerce kendimden haberim olmadı.

— Halbuki telgrafınızda hiç bir şeyiniz bulunmadığını söylüyordunuz.

— O da bir dereceye kadar kendinden haberi olmamak değil midir beyefendi? Vazife aşkı bırakmadı, yaralı halimde belki bir hizmette bulunurum diye düşündüm. Ateşler ve ağrılar içinde sokakları, köyleri dolaştım.

Konuşma, fazla bir şey ifade etmiyen bu şekilde sual ve cevaplarla bir müddet devam etti.

Halil Hilmi Efendi işi az çok sigortaya almıştı. İcraatın iyi taraflarını kabulleniyor, ötekileri - doktor raporu ile sabit -hastalığına yüklüyordu.

Bu konuşmayı mutlaka bir neticeye bağlamiya mecburiyet gören mutasarrıf sıkılmıya başlamıştı. Kaymakamı sözlerinden yakalamak kabil değildi. Fakat o Halil Hilmi Efendiyi yakalamazsa, sağı solu olmıyan İttihatçı vali kendisini yakalıyacak-tı. Çünkü işin nihayetinde bu kadar rezalet için mutlaka bir mes'uJ» bir kefaret keçisi lâzımdı.

Mutasarrıf için işin asıl güç tarafı, yakasına yapışmiya mee-bur bulunduğu adama karşı duymıya başladığı muhabbetti. Evet, dört sene sonunda Anadoluda anlaşıp koklaşabüeceği tek bir adam bulmuştu. Ne yazık ki, onun da ipini elüe çekmiye mecburdu. Fakat elden ne gelir? Vazife vazifedir. Hâmit Bey ona suallerinden birçoğunu sorduktan sonra dayanılmaz bir nezaket ve tatlılıkla:

— Doğru mu değil mi beyefendi, diyordu.

Halil Hilmi Efendi «doğru, haklısınız» diye tasdik etse mutasarrıf için mesele yoktu. Yüreği şüphesiz yine yanacak, fakat kaymakam suçu kendi ağzı ile ikrar etmiş olduğu için duyacağı azap yüzde telli eksilecekti.

Halil Hilmi Efendinin kızması, küstah bir tavırla: «hayır, haksızsınız» gibi bir şey söylemesi de aşağı yukarı ayni neticeyi hâsıl edecekti. Çünkü o zaman kendisi de kızıp köpürecek ve mesele daha kolaylıkla halledilmiş bulunacaktı.

Fakat kaymakam, garip bir şevki tabiî ile karşısındakinin bu halini sezmiş gibi, suçu, üstüne almıya bir türlü yanaşmıyor, merhum lalaya benziyen kaba yüzünde gözyaşlarından daha hüzün verici terlerle mutasarrıf beyin vicdanına, insanlığına müracaat ediyordu.

Bu sıkıntı ve bu pencereleri kapalı odanın boğucu sıcağı mutasarrıfı da kan tere batırmıştı. Bu yüzden (zatürreeye tutulabileceği fikri onda evvelâ korku, sonra da buna sebep olan Halil Hilmi Efendiye karşı bir hiddet uyandırdı. Tam zamanında gelen; kendisini suçlıva karşı tarafsız bir hâkim vaziyetine sokan ve bu nazik dakikada muhtaç bulunduğu enerjiyi veren bir hiddet dalgası.

— Pekâlâ beyefendi, bunların hepsi iyi, hepsi âlâ, fakat şunlara ne buyurursunuz rica ederim?

Halil Hilmi Efendi kendisine uzatılan üç kâğıdı görmek için gözlüğünü taktı. Bunlar gündelik işlere ait üç evraktı: Aylık bordrosu tasdiki, ve buna benzer şeyler.

Kaymakam bu kâğıtlarda buyurulacak bir şey göremiye-rek hayretle gözlerini açıyordu. îmza tarihleri 27 Temmuz yani zelzele gecesinin sabahı, yani zatıâlinizin yaralı bulunduğunuz gün... Mademki ahvali sıhhiyeniz bunları tetkik ve imza etmenize müsaitti, neden öyle ise dört kelimelik bir telgrafla bana vaziyeti bildirmediniz? Mademki size gönderdiğimiz parayı sarfedecek yeriniz yokmuş, neden öyle ise komisyonlar yapıp ortalığı velveleye vereceğiniz yerde iki satırlık bir telgrafla keyfiyeti bana bildirmediniz?

Mutasarrıfın «mademki» ve «neden öyle ise..» diye başll-yan sualleri büyük bir süratle noktasız, virgülsüz akmakta idi. HaliL Hilmi Efendi evvelâ bunların birine cevap vermiye hazırlanırken bir başkasının başladığını görerek bunalıyordu. Fakat sonradan bütün ümidini kaybetti ve oturduğu yerde taş gibi donup kaldı.

Korkunç olan sualler değildi. Onların hepsinin cevabı bulunabilirdi. Korkunç olan sesti ve ona karşı hiç bir kimsenin yapabileceği hiç bir şey yoktu.

Hâmit Beyin sesi gittikçe inceliyor, «neden öyle ise» diye bağırdıkça hallaç tokmağı ile vurulan yay kirişi gibi dızlıyordu. Göz kapaklan gerilerek uzamıştı. Bunların bir kibrit çöpü kadar daralmış aralıklarında iki şaşkın ışık iki cıva damlası akıcılığı ile oradan oraya kayıyor, sivrilerek yukarı kalkmış göz kuyruklarından akacak gibi oluyordu.

Halil Hilmi Efendi, ayın bazı muayyen günlerinde bazı sinirli kadınlarda gördüğü bu bakışlara ve bu sese karşı zaten bir çare tasavvur edüemiyeceğini biliyordu. Fakat mutasarrıf bununla da kalmıyarak, daha ilerilere gitmiye başladı. Yahut daha gerilere.

— Hem o geceki toplantıya da aklım ermiyor benim beyefendi. Toplantıya değil, saçlı sakallı bir büyük memurun böyle bir toplantıya riyaset etmesine... Bütün pislik zaten oradan başlıyor. Bir kere başta kaymakam olmak üzere yaralıların hepsi orada yaralanmış. Aralarında zatıâliniz bulunmasaymış-smız, denemez ki, bu olanlar mutlaka olmıyacakmiş, fakat aralarında hiç değilse kaymakamımız bulunmıyacakmış. Bize hali haber verecek aklı başında bir memurumuz ayakta kalacakmış. Böyle olunca da söz ayağa düşmiyecek ve bu rezalet olmıyacakmiş. Verilen yanlış haberlere aldanarak ben de vilâyeti telâşa düşürdüm; boşu boşuna paralar, yardim heyetleri gönderdim. Sizin yüzünüzden ben de müşkül vaziyete düşüyorum.

Halil Hilmi Efendi derin derin içini çekti. Zaten bütün bu gürültünün sebebi o değil miydi? Ümitsizlik içinde bir an:

— Üzülmeyin beyefendi., suç benimdir, diyerek bu işkenceye son vermeyi düşündü. Fakat bir şevki tabiî haline gelmiş memur ihtiyatı buna mâni oldu

— Üzülmeyin beyefendi. Allah emanet... Size nasıl dil uzatılabilir? Merak buyurmayın. Bendenizin azlim her şeyi yoluna koyar. Bakın

Вы читаете Değirmen
Добавить отзыв
ВСЕ ОТЗЫВЫ О КНИГЕ В ИЗБРАННОЕ

0

Вы можете отметить интересные вам фрагменты текста, которые будут доступны по уникальной ссылке в адресной строке браузера.

Отметить Добавить цитату