üzüldünüz Zaten rahatsızsınız. Emrederseniz size Taşdeleninizden takdim edeyim. Acaba şu şişe olmasın.
Halil Hilmi Efendi, karyolanın ayak ucundaki bir hasırlı binliğe doğru yürümüştü. Kasten topallıyordu. Mutasarrıf sert bir sesle:
— Yerinize buyurunuz kaymakam, bey, dedi. O sizin vazifeniz değil. Hem bu kadar terle su içemiyeceğimi bilmeniz lâzım gelir.
Ses sertti. Fakat süratle normale doğru gidiyordu Halil Hilmi Efendi olduğu yerde durdu:
— Af buyurun., düşünemedim. Hakikaten terlisiniz. Gömlek değişmeniz iyi olacak: Cesaretimi affediniz ama, hattâ bir havlu ble bir parça vücudunuzu kuruliasanız. Aramızdaki resmî münasebet ne olursa olsun, bir insanlık, bir hemşerilik münasebetimiz var ki... Emrederseniz ben dışarı çıkayım. Sofada beklerim, ne vakit işinizi bitirirseniz...
Halil Hilmi lefendi âmirinin cevabını beklemeden, yine ay. ni aksak yürüyüşle dışarı çıktı, kapıyı yavaşça kapadı.
Hakikaten lalasına ne kadar benziyordu bu adam yarabbi Hâmit Bey gittikçe karışan bavulundan güçlükle bir gömlek bulup çıkardı. Allah selâmet versin Nalan kalfa gömlek sayısınca da don koymuştu. Gömlekler bu kargaşalığın içinde kolay bulunamıyacak kadar azaldıkları halde ötekiler hemen oldukları gibi duruyorlar ve nereye el atsa don çıkıyordu.
Terli olduğu zaman yeni gömlek giymeden vücudu bir tüylü havlu ile kurulamak ne güzel bir fikirdi. Fakat ne kendisi, ne Nalan kalfa bunu akıl edememişlerdi. Vardı bir şeyler bu biçare adamcağızda ama!..
Mutasarrıf Halil Hilmi Efendiyi tekrar çağırdığı zaman kriz sonlarına mahsus bir vücut düşkünlüğü içinde idi. Yalnız öfkesi sönmekle kalmamış, içini1 garip bir pişmanlık hüznü ve anlaşma ihtiyacı da kaplamıştı.
Her şeyi yoluna koymuş görünen bu celallenme sahnesinden sonra kaymakama yumuşak yüz göstermenin doğru olmadığını gayet iyi anladığı halde kendini tutamadı. Halil Hilmi Efendinin gönlünü alacak birkaç söz söylemiye kalktı ve elinde olmadan ölçüyü kaçırdı. Nerede ise iki ihtiyar ağlaşarak biribirlerinin boynuna sarılacaklardı.
Hâmit Bey, Halil Hilmlı Efendiyi uğurlarken titriyen elile onun mahzun kaba çehresini okşamak ihtiyacından kendini alamadı. Kaymakam bu muamele değişmesinden şımararak yalvarmıya kalksaydı kendisi yeniden yüzünü ekşiterek vazife ile ahbaplığın başka başka şeyler olduğunu söyliyecekti. Fakat o bunu yapmayınca dayanamadı; bazı ümit sözleri söyledi. Hakikaten samimî bir pişmanlığı ve merhameti gösteren ümit sözleri.
Halil Hilmi Efendi daha az tecrübeli bir adam olaydı bunlara inanabilirdi. Fakat deminki buhran gibi bunun da akar bir su üzerindeki sükûn veya dalga gibi, geçici bir şey olduğunu bildiği ve hele doğuştan yırtıcı olmıyan bu zayıf adamı kendi üzerine saldıran sebebi çok iyi takdir ettiği için köşe başını döndükten sonra acı acı:
— Çare yok... Yakacak beni kerata, diye söylendi.
XXV. «Viran olası hanede...»
Halil Hilmi Efendi için mazul hayatı şimdiden başlamıştı. Artık pek seyrek evinden çıkıyor, arkasında kısalmış bir patiska entari, ayaklarında şıpşıp terlikler akşama kadar odadan odaya dolaşıyor, arasıra taraçaya çıkarak, hasta karısının yaptığı gibi, kızgın çinkolar üzerine arka üstü yatıyordu.
Artık Hurşitten başka kapısını çalan yok gibiydi. Bir de ara- sira doktor Arif Bey uğruyordu.
Mutasarrıf ötekile berikile konuşurken gevezelik etmişti. Bunlar çabucak kasabaya yayılıyor, ancak kaymakamın azltte bu işlerin temizleneceğinde kimsenin şüphesi kalmıyordu.
Halil Hilmi Efendiden az çok zarar görmüş, yahut umduğu faydayı görememiş kimseler ayaklanıyor; böyle bir vazgeçtisi olmamakla beraber sadece bu adamın çehresinden, kıyafetinden hoşlanmıyanlar ve herhangi bir makam sahibine karşı bir çekememezlik duygusu ile doğmuş olanlar onlara katılıyor; dedikodu gittikçe büyüyordu.
İki sene evvel evi değerinden az bedelle istimlâk edilmiş adam, tarladan karpuz çalarken yakalanıp işinden çıkarıl, mış kır bekçisi, üç çocuğu ile kendisini boşıyan memur kocasını azlettirememiş kadın ve daha birçokları Halil Hilmi Efendiden davacı idiler. Bütün eski defterler açılmıştı. Hakikaten Halil Hilmi Efendiye ait kusurlarla beraber kaymakamla hiç bir ilişiği olmiyan yahut herhangi bir kaymakamın kudretini aşan bir takım işler ona yükleniyor ve bunlar günü gününe mutasarrıfa gidiyordu.
Hamit Bey valinin istediği gibi, günde birkaç şifre telgraf ile neticeleri saati saatine vilâyete bildirmişti. Fakat artık yapılacak iş kalmadığı halde, ne kendisinin, ne de yardım heyetinin sancağa dönmelerine henüz izin yoktu.
Valinin «daha birkaç gün Sarıpmarda kalınması muvafık olacaktır» tarzındaki renksiz cevaplan Hâımit Beyi fena halde kuşkulandırmakta idi. Aksi gibi, etrafında dertleşilecek kimse de yoktu. Nalan kalfa iki günlük yolda idi. Kendine herkesten 95
yakın hissettiği Halil Hilmi Efendi, fena bir talih ve tesadüf eseri olarak, buradaki tek hasmı idi. Onun için çaresiz doktor Nikolakiye açılıyor, vücudu gibi ruhunun da en utanılacak taraflarını ona göstermekten çekinmiyorduı:
|— Ne dersin doktor? Sen artık pek yakınımsın. Bu vali ola. cak herif bir oyun oynıyacak mı dersin? Allah aşkına düşündüğünü söyle. Yani beni bir zaman daha burada alıkoymaktan ne maksadı olabilir? Gerçi vehham değilim ama bazı başka emirleri de bana manalı görünüyor. Yani herif âdeta beni haşlıyor gibi bir şey... Mahrem ama, sana da okuyayım. Namusuna tevdi ediyorum. Bilirim ağzı sıkı adamsın.
Bir an evvel merkeze, daha doğrusu evine dönememek de onun için bir mesele idi. Gerçi burada gördüğü itibar ve rahatı o evinde hiç bir zaman bulamıyacaktı. Hasta karısının hiç yoktan helecanlanarak başına savurabileceği bir hokka veya bardağa karşı daima tetikte