mağruren sorayım; Rifat neden hassaten «benim başkâtip» oluyor.
Kaymakam, Reşit Beyin ne söylemek istediğini derhal anladı ve bu bahsi kesmek için tekrar:
— Aman doktor, diye bağırdı. O elinizi sürdüğünüz yer de acıyor.
Doktor bu sefer âdeta bir intikam acılığı ile:
— Elbette beyefendi, dedi, boş yere telâş etmem ben. Ben ne halt ettiğini bilen bir fen adamıyım. Belediye başkâtibi Rıfat, Sarıpmar yerlilerinden bir çocuktu. Meşrutiyet senesi belediyenin yardımile İstanbulda Hukuk tahsiline gitmişti. Bir hemşerisi ile beraber Tavukpazarmda bir odada oturuyordu. Her ay memleketten gönderilen iki yüz kuruşla yaşamakta güçlük çektiği için bir muhalif gazeteye kapılanmıştı. Evvelâ patronuna yaranmak için İttihatçıların aleyhinde bulunurken sonradan hakikaten onlara düşman olmuş ve Mahmut Şevket paşa vak'asmda birkaç gün Bekirağa bölüğüne misafir edilmişti. Gazete mensupları, ehemmiyetleri derecesine göre, darağacma, hapise veya Sinoba gönderilirlerken o da sadece kendi memleketine geri çevrilmişti.
Rıfat Hukuk tahsilini başa çıkaramamış olmasına mukabil Meserret kıraathanesindeki muhbir toplantılarında fırka po- letikacılığı fennini bir hayli ilerletmişti. Meserrette lâkırdıya karışmaya cesaret edemiyerek sadece dinlediği halde Sarıpı-nardaki Meşrutiyet kıraathanesinde yürekli yürekli konuşuyor, gazetesinde tanımış olduğu Gümülcineli İsmail, Şaban ağa vesaireden yakın ahbaplar gibi bahsederek küçük memurlar ve eşrafı şaşırtıyordu.
Bu sefer de İstanbuldaki bir İttihatçı gazetesinin fahrî Sarıpmar muhabirliğini almış olması onun kasabadaki kredisini arttırmıştı. Sarıpmar gibi bir kasaba için bir gazeteci yatak odasına akrep kaçmasına benzer huylandırıcı bir şeydi. En beklemedik bir saatte kimi neresinden sokup yanık yanık bağırtacağı bilinmezdi. Nitekim bu uğursuz zelzele vakasında piyango Halil Hilmi Efendiye vurmuştu.
Bir İtilâfçı gazetesinde çalışmış ve bir siyasî suikastte az çok lekelenmiş olan bir adamı kaymakamın kayırmış olması sırf bu neviden bir tehlikeyi önlemek içindi. Rıfatı belediye reisine tavsiye eden oydu. Ne de olsa kasabanın münevver bir çocuğu olan bu adamı boş ve aç bırakmanın doğru olmayacağım birçok defalar Reşit Beye tekrar etmiş ve beş yüz eili kuruş aylıklı belediye başkâtipliğini koparmadan onun yakasını bırakmamıştı.
Reşit Beye gelince, 0, idare işlerine çok aklı eren, fakat ceremiyen bir adamdı. Zaman zaman büyüklere gönderilecek tebrik mektuplarını ve milli bayramlarda söylenecek nutukları yazacak bir gazeteci başkatip kendısmm de işine geliyordu. Fakat Reşit beyin asıl kuvvetim yerli büyük ailelerden alan bir belediye reisi «fa-tte çok nezaketli bir politika* daha vardı. Kasabaca pek tü-tulmıyan bır fakir ailenin çocuğunu birdenbire yükselterek dost an Agucendmnekten korkuyordu. Bunun için belediye reisi Halil Hilmi Efendiye, uzun zaman nazlanıyor görünmüş ve Rıfkınm tayını işini bir hayli savsaklamıştı.
* * *
Muayene ilerledikçe kaymakam arasıra yine «aman doktor» diye bağırmıya devam ediyordu. Fakat bu seferki bağırışlar siyasî değildi. Doktorun bastığı yerlerden bazıları hakikaten acıyordu.
Arif Bey, telâşının beyhude olmadığını ispat eden bu şikâyetlerden sonra ağır ağır yumuşıyan parmaklan ile Halil Hilmi Efendinin ötesini berisini tekrar sarıp sarmaladı. Yalnız bu. defa sargılar incelmişti. Bir de baştaki o korkunç Yeniçeri kavuğu gitmiş, yerine Hareket ordusu başhklarmdaki «ya hürriyet, ya ölüm» şeridine benzer ince bir band takılmıştı.
Kaymakam doktor emri ile şimdilik yirmi dört saat yatağında vazife görecekti.
VII. İstanbulda
İstanbulun vakasız bir zamanına rasladığı için Sarıpmar fırtınasının oraya da bazı serpintileri olmuştu.
Aşağı yukarı Halil Hilmi Efendinin muayenesi saatında çehre ve vücutça ona benziyen başka bir adam da Boğaz vapuru güvertesinde sinirli adımlarla dolaşıyor, arasıra durarak »Nidayı Hak» gazetesinin ilk sayfasındaki «Sarıpinar zelzelesi» havadisinin korkunç tafsilâtını okuyordu. Bu, «Millet sesi» sahip ve başmuharriri Hüseyin Rüsuhî idi. O da Halil Hilmi Efendi gibi Kandillide bir sünnet düğününde gecelemiş, sabaha karşı kantocu Blanş ile karşı karşıya çiftetelli oynamıştı.
Bitik bir haldeydi. Niyeti, ikindiye kadar Beşiktaştaki evinde uyumak, ancak akşam üstü başmakalesini çırpıştırmak için gazeteye gitmekti. Fakat vapurun alt kamarasında buı uykunun küçük bir mukaddemesini yapmıya hazırlandığı sırada Nidayı Hakta gözüne çarpan bu havadis birdenbire kanını beynine çıkarmış, onu fesini ve bastonunu kaparak güverteye fırlamıya mecbur etmişti.
Sarıpmarm bir enkaz yığını haline geldiği doğru muydu acaba? Herhalde Nidayı Hakkın yazdığı kadar olamazdı. Hüseyin Rüsuhî Efendi Sarıpinar telgrafına gazete idarehanesinde yapılan ilâvelerin ek yerlerini büe, eski bir gazeteci gözü ile, görür gibi oluyordu. Fakat esasın doğru olmaması için sebep yoktu. Mahmut Şevket paşa vakasından sonra İttihatçılar İstanbul matbuatını suyu çekilmiş değirmene çevirmişlerdi. Gazeteciler tanrısının onlara bir soluk aldırmak için Sarıpınarı bir parça hırpalamış olmasından daha tabiî bir şey olamazdı. Ancak ne çare ki, bundan başkalar, (sade başkaları olsa öpüp başına koysun) can düşmanı Nidayı Hak faydalanıyordu.
ASüseyin Rüsuhî, matbaada mütercimler masası üzerinde serili yatağında henüz uyanmış olan musahhih ve gece sekreteri Ali Ferdi ile -uzun bir kavgaya tutuştu. Her birkaç günde bir yaptıkları gibi, iki ahbap biribirlerini dövecek hale geldikten sonra barıştılar ve başbaşa düşündüler.
Feci surette atlamışlardı. Fakat bunda tesadüfen başka kimsenin