hokkanın altından alarak ayni süratle bir ç:kma yaptı ve okudu.
Sonra bir sandalye çekerek masanın sol yanında Halil Hilmi Efendinin karşısına oturdu. Bu suretle makam koltuğu şimdilik iki arada, muallâkta kalıyordu. Mühür, kızgın bir demir parçası gibi Halil Hilmi Efendinin parmaklarını yakmakta idi. Fakat adamcağız onu bir türlü teslime razı olamıyordu. Nihayet birdenbire: —-Buyurun, dedi.
— O ne? Mühür mü? Sonra alırım. Şimdilik oturacağım yer bile belli değil.
— Yeriniz burası. Bendeniz ötemi berimi alıp gideceğim.
— Ne münasebet! Şunun şurasında ne kadar kalacağım belli değil. Belki hattâ yarın...
Fakat buna rağmen Eşref birdenbire yerinden kalkarak yukarı kata çıktı ve birkaç dakika sonra geri döndü:
— Harabe ama, barınılamıyacak gibi değil... Sofayı temiz» leyivermeterini söyledim. Yarın öğleye kadar hazır olur.
— Fakat zannederim ki, yukarı katta tehlike var.
— Ben zannetmiyorum. Zaten yıkılacağı kadar yıkılmış... Hem ben mütevekkil adamım. Kaza nerede olsa adamı gelip bulur.
Halil Hilmi Efendi acı acı gülümseyerek:
— Ne demezsiniz? demekten kendini alamadı.
— Zaten oturmıya da vaktim olacak mı?
Halil Hilmi Efendi Eşrefin fotoğrafile oynamakta olduğuna dikkat etti. Pek kat'î bilmiyordu ama, galiba yukarıya da götürmüştü onu.
Kaymakam ötedenberi kalem kadar fotoğraftan da ürkerdi. Hattâ daha fazla bile...
Kalemin yazdığım hiç olmazsa tefsir ve tevil etmek mümkündü. Fakat onun çektiği resimlere karşı ne yapılabilirdi?
Foyoğraf hakkında malûmatı olmıyan Halil Hilmi Efendi, akşam alaca karanlığının çoktan bastığını ve Eşrefin resim çıkarmak için önünde günler ve günler bulunduğunu düşünmüyor, onun yukarda fotoğraflar almış olmasından korkuyordu.
— Görün bakın., hükümet konağınız ne halde?
— însaf edin efendiler! Ben miyim sebep Allahın zelzelesine karşı ben ne yapabilirim?
— Zelzele mi? Fakat bir kaç gün evvelki raporunda sen onu resmen inkâr ediyor değil miydin? Hem kasabada belli başh bir hasar olmadığını resmen temin eden bu raporda nedea hükümet konağının bugünkü haline dair tek kelime yok. Yukarı sofa bir pislik deryası halinde. Enkazı olsun kaldırtamaz mıydm? Yukarı kata bir haftadanberi üç, beş süpürge attırmak, birkaç kova su döktürmekte mi elinden gelmezdi. Bak eloğluna, gözle kaş arasında emrini verdi; yukarı katın yarın öğleden evvel temizleneceğinden zerre kadar şüphesi var mı?
— Fakat ben hastaydım, yaralıydım.
— Acayip! Daha mürekkebi kurumıyan telgrafında hiç bir sıhhî arızan olmadığını söyliyen sen değil misin? Yoksa senin yerine durmadan sahte raporlar, telgraflar yazan biri mi var?
Eşref, Halil Hilmi efendinin zavallı kafas: içinde oynayan bu sualli cevaplı dramı fark etmiyor, öteden beriden konuşuyordu. Nihayet saatma bakarak birdenbire yerinden kalktı:
— Ooo.. geç kaldım. Arkadaşları bulayım. Daha nerede yatacağımı bile bilmiyorum. En doğrusu bizim çadırlardan birisini kurdurmaktı ama... Şimdilik bendenize izin..
XVI. Halil Hilmi efendi partisi
Kaymakam resmen hasta farzedüdiğinden doktor Arif bey her sabah onu, yoklamayı bir vazife biliyordu. Sarıpmara yardım heyetinin kuyruğunda bir kaymakam vekili geldiğini öğrenince Doktor o gün buna bir de akşam vizitesi ilâvesine lüzum gördü ve Halil Hilmi Efendiyi bu sefer hakikaten yorgan döşek yatıyor buldu.
Havadis çabucak kasabaya yayılmıştı. Hemen herkes de - Halil Hilmi efendinin kendisi gibi bu işte bir suikast koku- . su - seziyor ve birçokları memnun oluyordu. Fakat kaymakama acıyanlar yahut onun değişmesini kendileri için hayırlı görmi-yenler de az değildi ve doktor Arif bey bunlardan biriydi.
Odaya girer girmez:
— Bu ne kepazelik, ne Allahtan korkmazlık, diye bağırmı-ya başlayınca Halil Hilmi efendi acı acı:
— Şaşılacak ne var kardeş? dedi.. Elbirliğile beni bu hale getirdiniz. Şimdi de hayret ediyorsunuz.
Bu bir hakikî şikâyetten ziyade kendisini anlıyacağından , ve acıyacağından emin olduğu bir ihtiyar arkadaşa bir nevi nazlanma idi. Fakat doktor işi fazla ciddiye aldı:
— Ben mi? O nasıl söz kaymakam bey?
— Bana sadece Halil Hilmi efendi deyin artık. Ben artık kaymakam değilim.
— Allah esirgesin kaymakam bey. Fakat ithamınız çok garip ve çok haksız. Yani bu işte benim ne suçum, günahım var Al lahı severseniz?
— Beni ağır yaralı diye ilân eden siz değil misiniz?
— Ben sizin için ağır yaralı demedim. Fakat desem de ne çıkar?
— Ne çıkacak? Gazetelere yazılır, mutasarrıf beni iş göre- miyecek kadar yaralı bilir, vesaire, vesaire...
— Mutasarrıf it gibi biliyor. Söyletmeyin beni. Hem sorarım size... Yaralı demez de ne diyebilirdim. Evvelâ halinize bakarak hakikaten bir nezfi dahilînden korkmuştum. Fakat sonradan gördüm ki...
ü! ??
— Hatırınız kalmasın, hali tabiînizde değildiniz. Yani açıkçası sarhoştunuz ve sızmıştınız. Sorarım size; etrafıma toplananlara «efendiler, ağalar, merak edilecek bir şey, yok. Kaymakamınız küp gibi sarhoştur» desem daha mı iyi kaçardı?
Kaymakam ellerini sallıyarak:
— Aman yavaş, dedi. Doktor sesini alçalttı:
— Be kardeş, insana ne halt edeceğini şaşırtıyorsunuz. Hülâsa iş böyle. Mamafih sensin, bensin ile vakit ziyan edecek halde değiliz. Şu Leh yahudisi suratlı, çıyan gözlü oğlanı bir ayak evvel